Resimde Denizkızları: Denizlerin Gizemli ve Ölümcül Kadınları
- Senem Yorulmaz
- 13 Tem
- 4 dakikada okunur

Hayat veren, besleyen aynı zamanda da yok edip yıkabilen muazzam bir güç; su ve insanoğlunun sırlarına hala tam olarak vakıf olamadığı deniz ve okyanuslar… Elbette insan aklının yaratıcılığıyla elele, binlerce yıl sürecek efsaneler doğuracaklardı. Bu mitlerden belki de en cazibelisidir denizkızları. Çoğu insanın büyülü ve sevimli bir deniz canlısı olarak hayal ettiği denizkızları binyıllardır dünyanın hemen her coğrafyasındaki birçok kültürde, iyi veya kötü, sihirli bir su perisi veya lanetli bir cadı olarak onlarca farklı şekilde karşımıza çıkarlar. İnsanlığın hafızasında kendine böyle yer edinmiş bir efsanenin resim sanatında bolca işlenmemesi düşünülemezdi sanırım. Bu yazımda, hayal dünyamı besleyen ve sanat üretirken bana ilham veren gizemlerden biri olan denizkızlarını ele alan resimlerden en sevdiklerimi konu alıyorum.

Denizkızı mı, Siren mi?
Denizkızı deyince aklıma yarı balık, yarı insan; dişi, asi ve özgür, uzun güzel saçlarını tarayan veya elindeki liri çalıp şarkılar söyleyen güzel kadınlar gelir…. Hakkında hep hikayeler duyduğumuz ama hiçbir zaman emin olamadığımız bir gizem. Birçok dilde dilimizde olduğu haliyle, deniz ve kız kelimeleri bir araya gelir; mermaid gibi, fakat Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Lehçe, Filipince gibi dillerde siren olarak anılırlar. Denizkızları ve Sirenlerin karıştırılması, benzeştirilmesi ve çoğu zaman, doğru olmayan şekilde, birbiri yerine anılmaya başlamasının sebebi Homeros’un Odisseia destanı olabilir mi? Destana göre Sirenler muhteşem güzellikteki sesleri ve şarkılarıyla yakınlarından geçen denizcileri büyüleyip kendilerini kaybetmelerine, sonunda kendilerini kayalıklara atarak ölmelerine sebep olurlar. Bunu bilen ve tayfasıyla Sirenlerin adasının kıyısından geçecek olan Odysseus, şarkıları duymak ama kendini kaybetmemek ister; kendini gemisinin direğine bağlatır, tayfasının ise kulakları mum kaplanarak sağır edilir. Böylece planladığı gibi, sirenlerin yakınından güvenle geçip giderler. Odysseus ise sirenlerin şarkısını duyup hayatta kalabilen nadir insanlardan biri olur.
Bu anlatı bu haliyle sirenlerin denizde yaşayan yarı balık yarı insan görünümünde yaratıklar olduğunu düşündürebilir fakat fiziksel özellikleri bu destanda tarif edilmemiştir. Erken Grek sanatındaki tasvirlere göre sirenler kadın kafaları ve perdeli kuş ayakları olan büyük kuşlardır. Şaşırdıysanız şimdi bu hikayeyi bu bilgiyle tekrar okuyun; gözünüzün önünde bambaşka bir sahne canlandığını göreceksiniz.

John William Waterhouse, "Ulysees and the Sirens" adlı resminde, destanda yer alan bu öyküyü gözlerimizin önüne getirdiğinde etrafta hiç denizkızı görünmüyor. Waterhouse'un müthiş hikaye anlatıcılığı ve kusursuz tekniğinin önemli bir örneği olsa da, esas paylaşmak istediğim eseri bu değil. Kızıl saçları aklımızdaki denizkızı imajına ilham veren bir denizkızını portreleyen müthiş resminden bahsetmek isterim... A Mermaid.
A Mermaid - John William Waterhouse

Denizkızı konulu resimlerin arasında belki de denizkızlarının hissettiği derin yalnızlık duygusunu en net gösteren resimle başlayalım. Ressamın akademik tezi olarak sunduğu çalışmada kayalıklarda oturan bir denizkızı yer alır. Tek başına, denizin kıyısında, yosunlu taşların üstünde, gözleri uzakta bir noktaya dalmış gibidir; dudakları söylediği şarkıdan dolayı hafif aralıktır. Hiçbir zaman karaya ayak basıp, insan olmanın mutluluklarını tadamayacağını hissetmenin burukluğuyla, dev kayaların altında, koyu renkli derin suların önünde yalnızdır. Hareketi bittiği an, şarkısını kesip, başını öne eğip ağlayabileceğini hissedersiniz.
Uzun kızıl saçlarını tararken inciden bir tarak kullanır, önündeki geniş deniz kabuğunda da inci bir kolye bulunur. İncilerin mitolojik bir metafor olarak “denizde ölen insanların gözyaşlarından oluştuğu” düşünüldüğünde resimdeki denizkızının, anlatılan efsanelerdeki gibi, şarkılarıyla mestettiği denizcileri acı gözyaşları içinde öldürmüş olabileceği ihtimalini farkederiz ve bu korkunç ihtimal, saf güzelliğiyle sarsıcı bir tezat oluşturur.
Ulysees and the Sirens - Herbert James Draper

Odisseus’un hikayesinin en başarılı işlendiği (özür dilerim Waterhouse) eser bence H.J. Draper’ın 1909 civarlarında resmettiği bu eserdir. Kompozisyonun tamamı insanı adeta denizkızlarının şarkıları gibi içine çekiyor; yapabilirseniz önce lütfen Odisseus’un yüzüne bakın. Yüzünde şaşkınlık ve hayranlıkla karışık bir dehşet ifadesi var, adeta hipnotize olmuş gibi. Gözleri faltaşı gibi açık, ağzı hafif aralık ve bedeni öne eğilmiş; gemisine tırmanan bu üç “femme fatale”, şarkılarıyla onun aklıyla oynuyor. Onlara da bakın; hep bir ağızdan ölümcül şarkılarını söyleyerek denizcileri baştan çıkarmaya çalışırken tenleri ay gibi parlıyor.

Bu büyülü yaratıklar gemiye tırmanırken, alt bedenlerindeki parlak balık kuyruğunun insan bacaklarına dönüştüğünü görüyoruz. Sarışın, kumral ve kızıl saçlılar; ister kuyrukları ister bacakları olsun, tüm nefis güzellikleri üstlerinde taşıyorlar. Resimdeki hareket hissi o kadar kuvvetli ki, gerçek ile hayal gücü resim sanatının en kusursuz örneklerinden birinde içiçe geçiyor. Ressam mitolojik bir efsaneyi, gözlerimizin önünde yaşanan ve nabzımızı hızlandıran bir av-avcı sahnesine çeviriyor.
Son olarak kulakları tıkalı olduğu için denizkızlarının şarkılarını duyamayan ve bu sayede hayatları kurtulan tayfayı inceleyin... Kaptanlarının kesin emriyle, ne olursa olsun onu bağlayan ipleri kesinlikle çözmeyecekler ve kürek çekmeyi bırakmayacaklar. Kürekleri var güçleriyle çekerken, denizin dalgaları ve bu ölümcül tehditle hem fiziksel hem ruhsal bir savaş veriyorlar. Arkadaki denizci endişeli gözlerle kaptanını izlerken, öndeki denizci bir denizkızıyla gözgöze gelmiş. Kaşları çatık, dudakları sımsıkı kapalı ve gergin: tam içine baktığı bu inanılmaz güzellikteki gözlerin, ölümün gözleri olduğunu biliyor ve ölümün bu kadar güzel görünmesi onu hiç olmadığı kadar korkutmuş gibi görünüyor…

Fisherman and the Siren - Knut Ekwall

Teknesinin kontrolünü kaybetmiş, kendisini de bir denizkızına kaptırmakta olan balıkçı ve avını, uzun kızıl saçlarını sularına sardığı girdaba çeken bir denizkızını resmeden Ekwall bize yolun sonunu gösterirken bunu siren efsanelerinin en çarpıcı tarafını resmederek yapıyor. Yaşanan korkunç olayda denizkızı ölüm olup balıkçıyı teslim alırken bile zerafetinden hiçbir şey kaybetmiş değil. Sular ne kadar dalgalı, kaotik ve karmaşıksa, denizkızı o kadar sakin ve dingin görünüyor. Uzun kızıl saçları dalgalara karışmamış ve hareketle bütünleşmemiş olsa uzanarak sabit durduğu bile sanılabilirdi. Omuzlarından güçlü ama zarif şekilde tuttuğu balıkçı ise hala büyüye kapılmış ve neler olduğunu anlamakta zorluk çekiyor gibi görünüyor. Anlayabilse bile bu lanetli deniz canlısına karşı durabilecek gücü olur muydu, tartışılır...
Derya, deniz...
Milattan önce 1000'lere tarihlenen bulgulara göre Mezopotamya'da halkın korunmasından ve esenliğinden sorumlu, Şanlıurfa antik Balıklıgöl havuz tapınaklarının adına yapıldığı denizkızı tanrıçası Atargatis'ten itibaren, ikiye bölünmüş balık kuyruğuyla Luristan su tanrıçaları, Antik Yunan'ın sirenleri, orta çağ slav mitolojisine ait Rusalka'lar, Polonya'nın simgelerinden Syrena ve Hans Andersen'in Küçük Deniz Kızı hikayesine kadar uzanan çeşit çeşit hikayeler anlatıldı onlar hakkında. Bu yüzden denizkızları sanat tarihinde de kendilerine geniş yer buldular, benim de çok sevdiğim ama bu yazıya sığmayan daha onlarca eser var. Güzel ama gizemli, aynı zamanda güçlü ve tehlikeli denizkızları, usta ressamların insanlığa hediye ettikleri yüzlerce eser sayesinde, şarkılarını duymamıza gerek kalmadan bizi büyüler hale geldiler, bana kalırsa denizlerin ve hayal gücünün olduğu her yerde de büyülemeye devam edecekler...
Senem Yorulmaz,
13 Temmuz 2025, Pazar



Yorumlar