Yaşasın Hayat: Frida Kahlo'nun Yaşamı ve Sanatı
- Senem Yorulmaz
- 5 Eki
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 6 Eki

Frida resmini tanıyabilmemiz ve anlamlandırabilmemizin yolu onun hayat hikayesi ve hayata bakışı hakkında fikir sahibi olmaktan geçiyor. Aslında bu bütün sanatçılar için geçerli; eserleri tam anlamıyla okuyabilmek sanatçının yaşadığı toplumun dinamiklerini, bu toplumun tarihini ve kendi kişisel tarihini bildiğinizde mümkün oluyor. Ancak Frida öylesine yoğun, öyle dopdolu ve katmanlı bir hayat yaşadı ki; resmindeki gerçeküstü olarak nitelendirilen imgeleri, kendisinin de söylediği gibi gerçeküstünü değil kendi gerçekliğini yansıtıyordu. Gerçeküstücülüğün babası ,yazar ve şair André Breton, eserleri için; "bombanın etrafına sarılmış kurdele" benzetmesini yapmıştı. Bir çok otoportresi vardı ve duygularını kendi ifadesiyle "en çok vakit geçirdiği, bu sebeple de en iyi tanıdığı kişi olan kendisini" resmederek anlatıyordu. Bana kalırsa Frida ile onun resmi, "İki Frida" eserinde bir damarla birbirine bağlanan Frida'lar gibi birbirine bağlanıyor. Bu yüzden bu yazımda resimlerini incelemekten çok Frida'yı insan olarak tanıyalım isterim.
Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon
Babası Almanya doğumlu, annesi Meksika; bu Frida'yı yarı Alman, yarı Meksikalı yapıyor. Babasının Meksika Coyoacan'da yaptırdığı Casa Azul(Mavi Ev)'da doğuyor. Çocukluğunda geçirdiği çocuk felci sebebiyle sağ bacağı diğerinden kısa, zayıf ve Frida aksayarak yürüyor. Belki bu yüzden, bilinmez, Frida tıp okumak istiyor. Çok da hareketli bir kız ve başarılı bir öğrenci; 2000 erkek öğrencinin öğrenim gördüğü lisede okuyan 35 kızdan biri oluyor ve aynı zamanda ailesine destek olmak için çalışıyor. Çocukluğu ve gençliğini tam da Meksika devrimi yıllarında geçiriyor, hatta bazı kaynaklarda doğum tarihi olarak Meksika devrimi'nin başladığı yıl olan 1910'u sahiplendiği söyleniyor ama esas doğum yılı 1907. Frida devrimin tam göbeğinde yetişmiş, sol politik görüşlere sahip genç bir kız oluyor, arkadaşlarıyla "The Cachucas" adında, simgesi kep olan bir grup kuruyor; beraber okuyor, düşünüyor, konuşuyorlar. Isınan politik ortam dolayısıyla annesinin endişelenip Frida'yı okula göndermediği bir dönem de oluyor ama Frida hayat boyu ülkesine dair idealleri içinde tutkuyla taşımaya devam ediyor.
Frida'nın babası bir fotoğrafçı ve resmi anıt fotoğrafçısı olarak çalışıyor. Elbette fotoğrafçı bir babanın kızı olarak Frida ve kardeşleri fotoğraf makinesi ile iç içe büyüyorlar, poz vermeyi iyi bilmesi ve objektifin de tam içine bakıyor olmasının sebebi bu aşinalık olabilir belki. Frida'nın eline fırçayı ilk kez alışı da 15 yaşlarında babasının stüdyosunda fotoğrafları boyayarak renklendirmesiyle oluyor. Ancak resim yapmaya başlaması bunun aksine, son derece trajik şekilde, Frida'nın hayat boyu yaşayacağı ısdıraba da yol açan bir olayla gerçekleşiyor. 19 yaşında, erkek arkadaşı Alejandro ile bindikleri otobüs korkunç bir kaza yapıyor, Frida'nın vücudu deyim yerinde ise tuz buz oluyor; sadece omurgasında üç kırık var, pelvis kemiği, kaburgaları, köprücük kemiği, bacağı kırılıyor ve bir demir çubuk sol kalçasından girip rahmini delerek diğer taraftan çıkıyor. Tam bir mucize sonucu hayatta kaldığında ise bir ay hastanede ve onu takip eden aylar boyunca evde yatarak tedavi olması gerekiyor. Frida gibi hayat dolu bir genç kadın için bu elbette çok zor; annesi yatağının üstündeki panele bir ayna koyduruyor, ve babasıyla beraber ona yatarak resim yapabileceği bir şovale ve resim malzemeleri temin ediyorlar ve Frida Kahlo resim yapmaya başlıyor.

Bu kaza onun tüm hayatını etkileyen, fiziksel ve manevi büyük acılara sebep olan, aynı zamanda ressam olmasına vesile olarak tarihe adını yazdıran bir yol ayrımı olarak hayatını değiştiriyor. Frida'yı Salma Hayek'in canlandırdığı 2002 yapımı Frida adlı filmde bu kaza anı sinematografik açıdan filmin en çarpıcı sahnesi olarak aklıma kazınmıştı. Sahnede kazadan sonra enkazın içinde öylece hareketsiz yatarken üstüne altın tozu yağan Frida'yı gördüğünüzde hakkında bir şey bilmeseniz de, hayatının geri kalanının asla aynı olamayacağını ve o anın her şeyin değiştiği bir an olduğunu anlıyorsunuz.
Frida ve Diego
Frida defalarca kez ameliyat olduğundan, ayağa kalkar kalkmaz tedavi masraflarına destek olmak için resimlerini satmaya başlıyor. Bu dönemde önce resimleriyle ilgili fikrini aldığı, akıl hocası, duvar ressamı Diego Rivera ile yakın bir ilişki kuruyor, Frida 22 yaşına geldiğinde ise bu yakın ilişki ömür boyu vazgeçilemeyen tutkulu bir yol arkadaşlığına dönüşüyor; Frida Kahlo, kendisinden 20 yaş büyük Diego Rivera ile evleniyor. Annesi, bu evliliğe "fil ve güvercinin evliliği" benzetmesini yapıyor ve öyle kalıyor; çünkü iri ve uzun Diego'nun yanında narin yapısıyla Frida gerçekten bir güvercin gibi görünüyor.

Frida'nın resimlerinde konu olarak tekrar tekrar karşımıza çıkıyor; "Diego and I", "Self portrait as a Tehuana" ve evlilik portresi olarak evliliklerinin ikinci yılında yaptığı "Frieda and Diego Rivera" (Adı Almancadan geldiği için bu eserde Frieda olarak kullanılır) eserlerinde Diego'yu ya aklının tam ortasına resmediyor ya da küçük bedeninin yanında tüm iriliğiyle dururken el ele tutuşuyorlar ve Diego Frida'nın elini bir güvercini elinin üstünde tutar gibi nazikçe tutuyor olarak görünüyor. Bu resimler ona ne kadar bağlı olduğunu apaçık gösteren resimler. Frida, Diego'ya ressam olarak hayran olmanın yanında, deyim yerindeyse kör kütük aşık. Öyle ki, tek bir kadına asla sadık kalamayan Diego Rivera Frida'ya da sadık kalamadığında onu hala çok seviyor ve ondan ayrılmayı değil, kendisine dönmesini arzuluyor ve Diego'yu olduğu gibi kabul ediyor. Hatta Frida'nın evlilik portresini resmettiği dönemde Diego'nun Amerikan Tenis şampiyonu Helen Wills ile bir ilişkisinin olduğu bile söyleniyor ve Frida sonradan "Diego'nun karısı olmak dünyadaki en muhteşem şey... Başka kadınlarla evlilik oyunu oynamasına izin verdim. Diego kimsenin kocası değil ve asla da olmayacak, ama harika bir yoldaş." diyerek durumu kabullenmiş gibi görünüyor ama eşini bu kadar seven bir insan için bu durumun çok acı olduğu su götürmez bir gerçek. Diego kadınlardan hiç vazgeçmiyor. Bu yeterince acı değilmiş gibi, bardağı taşıran son damla Diego'nun Frida'nın kızkardeşi Cristina ile birlikte olması oluyor.

Frida öyle kırılıyor ki, Diego'ya "başıma iki kaza geldi, en kötüsü sendin" diyerek kırgınlığını anlatmaya çalışıyor, bu olaydan sonra boşanıyorlar, Frida saçlarından o kendiyle özdeşleşen çiçeklerini çıkarıyor, eline makası alıp saçlarını kesiyor, bir erkek takım elbisesi giyerek kendini bu maskülen haliyle resmediyor ve ortaya meşhur otoportresi "Self Portrait with Cropped Hair" çıkıyor...
Hastalıkta, sağlıkta...
Frida ve Diego ayrı kalmaya 1 sene dayanabiliyorlar; 1940 yılında ikinci kez evleniyorlar ve Frida 1954 yılında ölene kadar beraber kalıyorlar. Fırtınalı ilişkileri boyunca birlikte ve ayrı ayrı Amerika'da, Avrupa'da sergiler düzenliyor, dünya çapında adlarını duyuruyorlar, bu süreçte her ikisinin de farklı partnerleri de oluyor. Meksika'nın Michelangelo'su olarak anılan Diego'nun beğenip takdir ettiği bir ressam olmasına rağmen Frida ressam kimliğini sonradan sahipleniyor. Beraber Amerika'da yaşadıkları süreçte Frida giydiği geleneksel kıyafetler, başına taktığı çiçekler, ördüğü saçları ve erken dönem Meksikalı sanatçı imajını oluşturan bu kendine has tarzıyla dikkatleri üzerine topluyor, hatta Vogue dergisine kapak oluyor.
Frida anne olmayı doktorların "çok riskli" uyarılarına rağmen tekrar tekrar deniyor ve hepsinde de düşük yapıyor. Bu onu paramparça eden diğer bir olay oluyor. Bu acıyı da elbette fırçalarına tutunarak tuvaline akıtıyor Frida. İkinci kez düşük yaptıktan sonra Henry Ford hastanesinde kaldığı sürede kendisini kanlar içinde yatar ve ağlarken gösteriyor; etrafında ise kaybettiği fetüs, kendisine acı veren pelvis kemiği, Diego'nun ona verdiği mor orkide kırmızı birer iple kendisine bağlanmış halde etrafında süzülüyor.

Kazanın verdiği hasar ömür boyu yakasını bırakmıyor; Frida hayatı boyunca sayısız sağlık problemiyle uğraşıyor. Yanlış kaynayan kemikleri yüzünden defalarca kez ameliyat olmak, korselerle yaşamak zorunda kalıyor. The Broken Column (Kırık Sütun) adlı otoportresinde omurgasını kırık bir sütun gibi gösteriyor ve resmin arka planı önceki hayvanlı otoportrelerinde olduğu gibi yeşil yapraklarla dolu değil, tam zıttı; boş ve kurak bir arazi şeklinde. Yine acısını kendi gerçekliğiyle tuvale döküyor.

Acının Tam İçinden: Yaşasın Hayat
Önce ayak parmakları, sonra bacağı kangren olup kesiliyor, bu olay için günlüğüne hayata bakışını yansıtan şu cümleyi yazıyor: "Feet, what do I need you for, if I have wings to fly (Ayaklarım, size ne için ihtiyacım olsun, eğer uçmak için kanatlarım varsa)". Bu cümle bu hayat hikayesini bildiğinizde daha da güçlü hale geliyor. Frida'nın güçlü görünmek için dışa vurduğu bir söylem değil, bunu defterine yazıyor. Bunca acıdan sonra bu dirayeti gösterebilmesi onu kendisi yapıyor. Ölmeden önce yaptığı son resminde karpuzlar çiziyor Frida ve birinin üstünde "Viva la Vida" yazıyor; yani "Yaşasın Hayat". Bir karpuz resmi insana ne kadar çok şey anlatabiliyor...

Acının ve aşkın iç içe geçtiği; yaşam sevgisiyle dolu bir hayat yaşarken her zaman direnen taraf oluyor Frida. Hayatının bu iki gerçeği, eserlerindeki dualite temaları (ikilikler) şeklinde karşımıza çıkıyor.
Evlilik portresi bunun ilk örneğiydi; Diego ve Frida fiziksel özellikleri ön plana çıkarıldığında zıt iki kutuplar.
İkinci ve en önemli örneği; Las dos Fridas (The Two Fridas). Bu tabloda el ele iki Frida Kahlo görürüz, biri geleneksel kıyafetleri ile Meksika kimliğini, bir diğeri Avrupa kimliğini yansıtır. Biri sevilen, seven Frida'dır, elinde Diego'nun çocukluk portresini tutar ve kalbinden çıkan damar bu küçük Diego portresine bağlanır. Diğeri ise elindeki cerrahi makas ile kalbinden çıkan damarı yani Diego ile bağını kesmiş ya da elindeki pens ile kesilmiş damardaki kanamayı durdurmaya çalışan, yaralı Frida'dır.
Üçüncü ve son örneğim The Love Embrace of the Universe, the Earth (Mexico), Myself, Diego, and Señor Xolotl. Bu resim çok yoğun duygular, çok yoğun sembol kullanımı içeren bir resim. Nereden başlayacağımı bilemiyorum.

Dikkatimi ilk çeken sanırım Frida'nın kucağındaki Diego oluyor; Frida'nın hiç sahip olamadığı bebeği rolünde. Ona hayatı boyunca bir annenin sınırsız merhametiyle ve kapsayıcılığıyla yaklaşmış olmasını da simgeliyor. Ancak alnında bir üçüncü göz var, bu ise bilgelik ve görü sahibi olmayı simgeler, dolayısıyla Diego'ya duyduğu saygı ve hayranlığı da görebiliyoruz. Frida'nın kendisi de çocuk rolünde, annesinin (burada kendi toprakları olan Meksika'yı Dünya anne olarak resmeder) kucağındadır. Hepsini ise evren sarmalar, burada kozmik bir bütünlük yaratılmış; aydınlık ve karanlık iç içe geçmiştir. Son olarak Frida'nın köpeği Senor Xolotl'un resimdeki rolünden bahsedelim; Frida'nın köpeği resimde sakince yatar şekilde resmedilmiş; Xolotl ismini Aztek mitolojisinde ölüleri öteki dünyaya taşıyan rehber, ölüm tanrısı Xolotl'dan alıyor, yani bu resimde ölümü ve diğer dünyaya geçişi temsil ediyor. Frida yaşam ve ölümü iç içe kabullendiğini bu yoğun resimle bizlere gösteriyor.
Hoşçakal Frida, hep buradasın
Üst üste yaşadığı acıları dönüştürüp üstünden atmak için var gücüyle resim yaptı. Acılarına değil, fırçalarına tutundu Frida. Farklı bir hayatı olsa resim yapar mıydı? Ben Frida'da hayatı ne yöne giderse gitsin, kendini dışa vurmadan yapamayacak bir duygu yoğunluğu, içinde sönmeyen bir yaşama enerjisi görüyorum. Bence o, sanatçı olmak için doğmuştu. O acı baharatlı tadı resimlerine veren ise ona verilen hayata, Meksika'lı Frida Kahlo olarak gelmiş olması oldu.
Senem,
5 Ekim 2025, Pazar



Yorumlar