top of page

Ressam, Asilzade, Prenses, İdol: Fahrelnissa Zeid

  • Yazarın fotoğrafı: Senem Yorulmaz
    Senem Yorulmaz
  • 3 Ağu
  • 5 dakikada okunur
ree
Birkaç paragraftan oluşan bir yazıda hakkıyla anlatabilmenin mümkün olmadığı bir hayat ve taşıdığı unvanların hakkını sonuna kadar veren bir insan... Bugünkü yazımda çok sevdiğim, hep merak ettiğim, her zaman gıptayla baktığım bir ressamı dilim döndüğünce, kalemim yazdığınca anlatmak istiyorum. İnternetteki herhangi bir kaynaktan onun kronografik yaşam öyküsünü okuyabilirsiniz. Ben bu yazıda bütün bu ünvanları nasıl zarafetle taşıdığını gösteren birkaç ayrıntıdan bahsetmek istiyorum.

Önce isminden bahsedeyim. Asıl adı Fahrünnisa Şakir. Mustafa Kemal Atatürk Türk alfabesini tanıttığı esnada yanında oturan, sıra ü harfine gelince kara tahtaya adı "Fahrünnisa"yı yazarak tanıttığı öncü Türk ressam. Önemli bir ressam olarak tanındığı Avrupa'da adını Fahrelnissa mahlasıyla kullanır. Fahr-el-Nissa, "Kadınların iftiharı/övüncü" anlamını taşır ve toplumda saygın kadınlara verilen bir ünvan olarak onun entelektüel duruşunu simgeleyen bir anlam da taşır. Babası bir Osmanlı diplomatı ve sadrazamın yeğeni olan Kabaağaçlızade Mehmed Şakir Paşa idi (Kabaağaçlı adı tanıdık geldiyse Halikarnas Balıkçısı’nın soyadını hatırlıyor olabilirsiniz, yazar Cevat Kabaağaçlı Fahrünnisa’nın erkek kardeşidir). Zeid soyismi ise ikinci evliliğini yaptığı eşi Irak prensi Zeid’den gelir. Ressam Fahrünnisa Zeid aynı zamanda bir prensestir.


Resme Başlarken


ree

Fahrünnisa çocuk yaşlardan itibaren sanatın içinde yer aldı. Babası sanata düşkünlüğünden dolayı tüm çocuklarını sanata yönlendirdiği için kardeşleri ve o çeşitli sanat dallarına yöneldiler. Aile sanatkarlardan oluşuyordu, sanat her şeyin önüne ve üstüne konuluyordu. Abisinin bir deftere çizim yaptığını gören çocuk yaştaki Fahrünnisa resim yapmak istediğini fark etti ama ne çizeceğini bilemiyordu; abisi ona defterinden bir yaprak ve bir kalem verdi, içinden ne geliyorsa çizmesini söyledi. Fahrünnisa o zamanki oturma odalarında ne görürse çizdi ve böylece müthiş yeteneği ortaya çıktı; resim yapmayı asla bırakmamalıydı. Yaptığı ilk portre büyükannesine aittir ve 13 yaşında bir çocuğun böyle bir portre yapması şaşkınlık uyandırır: Fahrünnisa'nın hayat boyu yürüyeceği ışıklarla dolu yol kendini göstermiş olur. Böyle anlatınca bir masal gibi gelmiş olabilir ancak hayır; onun hikayesinde hayatla mücadelenin en ağır örneklerini görürüz, buna rağmen son günlerine kadar süren bir hayat ve sanat sevgisiyle dolu, dirayetli ve kendini gerçekleştiren bir insandır.


13 yaşında yaptığı, büyükannesinin portresi (1914)
13 yaşında yaptığı, büyükannesinin portresi (1914)

İlk Türk Kadın Soyut Ressamı


Atölyesinde
Atölyesinde

Yaşadığı dönemde resim sanatı Avrupa'da giderek figüratif gerçekçilikten soyuta evrilmeye başlıyordu. Fahrelnnisa Zeid, figüratif öğeler ile soyutları bir araya getirerek, erkek egemen sanat çevresinde bir kadın, üstelik Müslüman ve doğulu bir kadın olarak Türk resim sanatının öncülerinden olarak Avrupa'da adını duyurmayı başarmıştı. Yarattığı tarz kendine özgüydü ve öncü konumundaydı, sanatın kalbinin attığı Paris ekolünce beğeni topluyordu. Eserlerinin temaları iç dünyası, duygusal yoğunlukları, aile ve arkadaşları gibi sevdiği insanlar ve kendisi üzerine portelerden oluşuyordu. Soyuta yoğunlaştığı dönemde ise geometri ve ritmin ön plana çıktığı eserler vermiştir. Kendini, duygularını, iç dünyasını, camdan baktığında gördüğü insanların renklerini veya bir sineğin hareketlerini gözlemledi ve renkleri siyah çizgilerle birbirinden ayırdığı karmaşık şekiller halinde, soyut türde yorumladı. Ailesinin, bir gün İstanbul'un bir modern sanat müzesi olacağına inançla daha İstanbul Modern kurulmadan hediye ettiği "Cehennemim" o sineğin peşine düştüğünde yaptığı devasa resmidir ve şimdi gerçekten İstanbul Modern'de sergilenmektedir. Peki Fahrünnisa o sineğin hareketlerini neden takip etti? Ona cehennemi yaşatan neydi?


Cehennemim


Cehennemim - Fahrelnissa Zeid
Cehennemim - Fahrelnissa Zeid
"Sineğin gölgesi tuvale düşüyordu. Çantamdan bir kurşunkalem aldım ve sineğin peşinden deli gibi hareket ettirmeye başladım, bir uçtan diğerine koşuyordum, bu mücadeleyi takip etmek korkunçtu, beni tuvalin bir köşesinden diğerine sürüklüyordu; altı buçuk metre. Sonra kendime gülmeye başladım."

Savaş yıllarında yaşaması, erkek kardeşinin trajik şekilde babasını öldürmesi, maddi sıkıntılar, ilk çocuğunu kaybetmesi, ciddi sağlık sorunları, bir prens ve diplomat olan eşiyle olan evliliği nedeniyle saray protokolleri ile kendiliği arasına sıkıştırmaya çalıştığı sanatı, İstanbul, Paris, Berlin, Bağdat,  Budapeşte, Londra, tekrar Paris, Amman arasında yer değiştirerek geçen bir hayat ve başta dışlanan Müslüman bir kadın olarak gittiği her yerde kendini özgürce ifade edebilmek için verdiği mücadele... Tüm bu acı, 1951 yılında çok sevdiği birini, eşinin yeğeni Kraliçe Aliye'yi kaybetmeleriyle yaşadığı yoğun üzüntüyle beraber insanı içine alan dev bir eser, bir cehennem ile kendini gösterdi. Eser yaklaşık 6 metre genişliğinde, güçlü renklerin birbiriyle adeta savaştığı, birbirini kestiği, o iç sıkıntısını baktığınız her yerde gördüğünüz kaotik bir ifade idi. Merkezi olmayan, dolayısıyla kaçışı da olmayan bir karmaşa. Yaşadığı zihinsel, kültürel, bedensel cehennem... Belki de dışa vurumculuğun en gerçek, en içten halidir "Cehennemim".



Portre, fotoğraf değil


Emir Hassan portresi ile Fahrelnissa Zeid (1968)
Emir Hassan portresi ile Fahrelnissa Zeid (1968)

Soyuta ilaveten yine imzası haline gelen bir tür daha vardı ki o da portreydi; o portre eserlerini soyutlardan ayırmasa ve bir insana bakan herkes farklı şeyler göreceği için portrelerin de soyut sayılabileceğini söylese de. Bir kişiyi sevdiğinde, ilgi çekici bulduğunda ve resmetmeye değer yönlerini gördüğünde o kişiye birden "Senin portreni yapmak istiyorum" diyerek o kişiyi resmettiği söylenir. Otoportrelerini de yapmıştır. b Bu portrelerde insanların iç dünyalarının dışarı açılan pencereleri -yani gözleri- ön plandadır; figürlerin büyük gözleri, gözlerinizin ta içine bakarlar (bu portreler bana hep gözleri iri resmetmesiyle tanınan bir başka ressam olan ABD'li Margaret Keane'in eserlerini hatırlatır). Ancak Zeid bir portre resmederken figürü yakınında tutmaz ve araya birkaç metre koymak ister, çok yaklaşarak detaylarda kaybolmaktan kaçınır. Detaylarda oyalanırsa kişiyi, onun hakkındaki genel fikrini doğru değerlendirememekten ve resmedememekten korkar. Bir fotoğraf çekmemekte; bir insanın portesini çizmektedir. Bunu kendi cümleleriyle şöyle açıklar:

"Detayları görmemek için modelimi kendimden yeterince uzağa yerleştiririm. Figüre bakarak bu kişinin sadece varlığı ve hatta ruhu karşısında sadece genel bir fikre sahip olmalıyım."

Otoportre - Fahrelnissa Zeid
Otoportre - Fahrelnissa Zeid
Feminity - Fahrelnissa Zeid
Feminity - Fahrelnissa Zeid

Cesur ve vizyoner bir sanatçı

14 yaşında büyükannesinin portresini yaparak başladığı resim yolculuğunun, 180 eserden oluşan ilk kişisel sergisini o zamanlar görülmemiş bir şekilde, Maçka Ralli apartmanının 4.katındaki dairesinde, kendisi düzenlemişti. İstanbul valisinin sonradan bir sergi değil, devrim olduğunu söyleyeceği sergi için evin dört odasındaki eşyalar kaldırıldı, eserler özenle yerleştirildi. "Bir apartmanın 4.katına sergi görmeye kim çıkar, ya kimse gelmezse" şüpheleri ve yorumlarına aldırış etmediği iyi de olmuştu; iki hafta süren sergiyi sanatseverler, öğrenciler, bir çok kişi ziyaret etti, sergi katalogu tükendi, yoğun ilgiden dolayı sergi uzatıldı. Sergiyi büyük bir ciddiyetle ele almış ve sergiye gelenlere eserlerini anlatmaktan büyük bir keyif almıştı. Bu ilk sergi oldukça dikkat çeken ve ismini daha geniş çevrelere duyurmasına yol açan bir başarı hikayesine dönmüştü.


ree
ree


Asil Türk Kadını

Bana göre Fahrünnisa Şakir prenses ünvanını bir prensle evlenerek almış olmasaydı da bu kadar kültürlü, donanımlı, çalışkan ve disiplinli oluşu onu örnek bir Türk kadını yapardı. İmparatorluğun son, Cumhuriyet'in ilk yıllarına tanıklık etmiş; özel hayatında pek çok zorluk ve problemlerle mücadele etmiş ve bu şartlar altında dahi kadınların daha önce var olmadığı bir alanda büyük başarılar gösterebilmişti. Birden çok yabancı dili mükemmel derecede konuşabilen, Sanay-i Nefise (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi)'de eğitim almış, Avrupa'da adını ilk Türk kadın soyut ressamı olarak duyuran, atölyeler ve sergiler açan; üretmeden duramayan, içinden taşanları tuvale dökmezse rahatlaması mümkün olmayan, her zaman yanında taşıdığı minik defterini çıkarıp her an bir şeyler çizmeye başlayabilen ve resim yapmaya başladığında orada, o anda kalan, rahatsız edilemeyen, edilmemesi gereken bir sanatçıydı. Eşinin ölümünden sonra yerleştiği Amman'da kurduğu sanat enstitüsünde genç kadınlara sanat eğitimleri vererek son günlerine kadar sanat üretti ve üretmeleri için etrafındaki insanlara el uzattı. Fırçayı tuttuğu kolunu kaldıracak gücü kalmadığında başkasından resminin o kısmını boyamasını değil, kendisi boyayabilmek için koluna destek olmalarını rica ederdi, çünkü kendine ait bir resimde tüm fırça darbelerinin kendisine ait olması gerektiğine inanıyordu ("Elbette öyle olmalı, kendi yapmazsa ona ait olmaz" dediğinizi duyabiliyorum, ressamların bazen bir eser üzerinde beraber çalıştıkları bir gruplarının olması sanat tarihinde alışıldık bir durum ancak resim camiasında isim yaptıktan sonra tüm işi asistanlarına yaptıran "ressamlar" da hala var).


 Fahrelnissa Zeid sergi açılışına gelen Kraliçe Elizabeth'i karşılıyor, Londra 1947
 Fahrelnissa Zeid sergi açılışına gelen Kraliçe Elizabeth'i karşılıyor, Londra 1947

Fahrünnisa disiplinli, bazen sert ama her zaman verici ve üretici bir insandı. Çalışırken adeta transa geçer ve rahatsız edilmekten hoşlanmazdı. Oğlu Prens Raad verdiği bir ropörtajda şöyle söyler: "Onu tanımlamak çok zor. Eşi bulunmaz bir insandı. Kendi yaşamını yarattı, girdiği her yeri aydınlatırdı. Karanlığa yaşam, canlılık, uyum ve sevgi getirirdi... Benim, tüm ailemizin her şeyiydi."


Prenses Fahrelnissa Zeid kızı Şirin ve oğlu Raad ile (Görsel: Wikimedia Commons)
Prenses Fahrelnissa Zeid kızı Şirin ve oğlu Raad ile (Görsel: Wikimedia Commons)

İdolüm Fahrelnissa Zeid'e Saygımla...

Tüm bu sebepler onu sevmek, daha iyi tanımak, varlığından güç almak ve onu anmak için yeterli değilse nedir? Bu yazıda hakkında anlatılabileceklerin çeyreğine bile değinemedim ama umarım daha fazlasını öğrenmek için ilham olabilmişimdir, bir de onu anlatan belgesellerin izlenmesi, yazılan kitapların okunmasını tavsiye edebilirim. Bedenen burda olmasa da tarihe izini bırakan ve asaletini hep koruyan büyük sanatçımızı böylelikle daha iyi tanıyabiliriz. Huzur içinde yatsın...

Senem Yorulmaz,

3 Ağustos 2025, Pazar


ree



 
 
 

Yorumlar


© 2025 by Senem Yorulmaz.

  • Instagram
bottom of page